Mantık Araştırmaları Derneği, 14 Ocak 2025 tarihinde, saat 15:15‘te, 34-290-188 kütük numarasıyla kurulmuş ve Dünya Mantık Günü (2025) etkinliğiyle birlikte faaliyete geçmiştir.
Ahmet Ayhan Çitil’in Kaleminden Dünya Mantık Günü Bildirisi
Mantık iyi ki var.
İyi ki adı konmuş.
İyi ki bir akademik bir disiplin olarak geliştirilmiş.
İnsanlığa neler neler sunmuş ve halen de sunmaya devam ediyor.
Dünya Mantık Günü’nde mantığa olan borçlarımızı hatırlayalım ve günümüze kadar bize neler sunduğunu ve gelecekte kendisinden neleri umabileceğimizi dilimiz döndüğünce sayıp dökmeye çalışalım.
Mantığın Batı fikriyatında “bilmediğimizi bilebilir miyiz?” sorusuna bir cevap olarak ortaya çıktığını biliyoruz. Örtük olarak bildiğimizin örtüsünün kaldırılmasının aracının mantık olduğu düşünülmüş.
Sofizmi felsefeden ayırmanın yolunu o döşemiş. Her düşünülenin eşit ölçüde var ve savunulabilir olduğunu düşünenlere karşı çelişmezlik ilkesi çok etkili ve önemli bir eleştiri sunmuş.
Dilin hakkında konuştuğu nesnelerin, çelişik yüklem çiftlerinden birine sahip olduğunun düşünülmesi bilimsel incelemenin ufkunu açmış. Bilimler, çelişmezlik ilkesi arka planında tam belirlenmiş olduğu düşünülen nesneler hakkında hükümler verme ve çıkarımlar yapma esasında geliştirilmiş.
Bahsedilen çelişik yüklem çiftlerinin teşkil ettiği mutlak imkân ise kimilerince asıl varlık olarak kabul edilmiş, bu eğilim klasik metafiziğin yolunu açmış.
Evrenin sonlu ve kapalı olduğu fikri ,tam belirlenmiş nesnelerin sayısının belirsiz olamayacağı fikrine; evrenin sınırsız ve açık olabileceği fikri bahsedilen mutlak imkân dairesinin sonsuzluğundan sudur eden ilk şey olarak evrenin sonlu olamayacağı fikrine dayandırılmış.
İnsanlık uzun bir zaman – birazdan değineceğimiz gibi belki de halen – gerçekliği dilin mantığına ilişkin bir farkındalığı zemine alarak seyretmiş.
Bir araç olarak geliştirilen mantık insanların birbirlerini ikna etme çabalarında temel güvenceleri olmuş.
İçeriği olan bir önermenin doğruluğunu teyit etmenin zorluğu ve hatta imkansızlığı, insanlığı, biçimsel doğruluğa sığınmaya ve bilgi dağarının mantık esasında geliştirilmesine sevk etmiş. Anlaşabildiklerimizle başlayıp yeni doğrulara yol alırken araştırmacıların yelkenlerini mantık şişirmiş.
Bilimsel veya burhanî bilgi, doğruluğu öyle ya da böyle kabul edilen öncüllerden geçerli akıl yürütmelerle elde edilen bilgi olarak tanımlanmış.
Çağdaş dönemde bilme vurgusu yerini düşünebilirliğe veya ifade edilebilirliğe bırakmış. Matematik, postulatlar vasıtasıyla tanımlanan bir nesne hakkında söylenebileceklerin mantıksal ilkeler ve yasaları kullanarak incelendiği devasa bir disipline dönüşmüş. Mantık esasında incelenen nesnelerin bir kısmının belirli yorumlar altında olguların ve fenomenlerin açıklamasını verebildiği düşünülmüş. Bu süreçte bilimsel kuramlar geliştirme faaliyetinde büyük bir patlama ve zenginleşme yaşanmış.
Öte yandan karmaşık yasalar, tanımlar, ilkeler içeren bir kuramın gerekçelendirilmesi kuramdan bir gözlem önermesi türetilmesini gerektirdiğinden bilimsel kuramların doğrulanmasında mantık baş rolü kimseye kaptırmamış.
Her ne zaman mantık bir araç olarak hakkıyla ve yeterince kullanılmasa orada haksızlıklar, güç ilişkileri ve en nihayetinde yozlaşma galebe çalmış.
Bugüne gelince…
Araç olarak alındığında mantık bilhassa matematikçilerin çalışmaları ile gerek klasik gerek klasik olmayan çeşitli dizgeler çerçevesinde geliştiriliyor. Çeşitlilik o kadar artmış durumdaki literatürde mantıksal tekçilik – çokçuluk tartışmaları ile ilgili pek çok çalışma yapılıyor.
Mantık, biçimsel dizgelerin gelişimi sonucunda doğurduğu hesap kuramı üzerinden tarihte benzeri bulunmayan teknolojik gelişmelerin kalbinde yer tutuyor.
Bilhassa Immanuel Kant’ın ve onun izleyicilerinin – büyük oranda haklı – eleştirileri ise kanonik kullanımından bir süre uzaklaşan mantık, metafiziğin fikriyata farklı kanallar üzerinden dönüşüyle birlikte yepyeni bir döneme gitmiş bulunuyor. Pek çok felsefeci mantıkta elde edilen sonuçlardan hareketle gerçekliği seyretme ameliyesine büyük emek sarf ediyor. Bir zamanlar klasik mantık üzerinden temaşa edilen gerçeklik bu sefer modern mantık nokta-i nazarından düşünceye konu ediliyor. İnsanlık düşüncedeki sınırlarını fark ettiği ölçüde “Gerçekten ne var?” sorusu ile değil “Dil ve dilin mantığı bize nasıl bir gerçeklik sunuyor?” sorusuyla ciddiyetle ilgileniyor.
Öte yandan bilimsel ve felsefî incelemelere direnen pek çok soru zihnimizi kurcalamaya devam ediyor. Fiziksel evrende canlıların nasıl olup da var olduğu, bilincin ve zihinsel hallerin mahiyeti, kuantum fiziği ile klasik fiziğin nasıl mezcedilebileceği vb. sorular insan düşüncesindeki yepyeni açılımları ve belki de yepyeni mantıkların geliştirilmesini bekliyorlar.
Mantığın bize sundukları belki de olabilecek olanın sadece bir kısmını teşkil ediyor.
Dilin mantığı iyi ki fark edilmiş ya da iyi ki icat edilmiş…
Mantık pek çok düşünürün emekleriyle iyi ki geliştirilmiş…
Olmasaydı ve bugünkü haline evrilmeseydi insanlığın hali nice olurdu?
Dünya Mantık Günümüz kutlu olsun!
Prof. Dr. Ahmet Ayhan Çitil
14 Ocak 2025
Prof. Dr. Ahmet Ayhan Çitil’in Özgeçmişi
Akademik kariyerine Boğaziçi Üniversitesi’nde Endüstri Mühendisliği ve İktisat bölümlerinde çift anadal yaparak başlamış, ardından aynı üniversitede felsefe alanında yüksek lisansını ve doktorasını Prof. Dr. Yalçın Koç’un danışmanlığında tamamlamıştır. An Introduction to the Ontological Foundations of Gödel’s Incompleteness Theorems başlıklı teziyle Felsefe Yüksek Lisans ve 2000 yılında The Theory of Object in Kant’s Transcendental Thought and Some Consequences of a Deepening of This Theory başlıklı teziyle Felsefe Doktora Derecesi aldı. 2008 Yılında The City University of New York Graduate Center’da misafir öğretim üyesi olarak araştırmalarda bulundu. İstanbul Teknik Üniversitesi, Kocaeli Üniversitesi ve Koç Üniversitesinde çalışan Çitil, 2010 yılından beri İstanbul 29 Mayıs Üni. Felsefe bölümünde görev almaktadır. Mantık, metafizik, matematik felsefesi ve ahlak felsefesi temel çalışma alanlarıdır.
Çitil 2012’de yayınlanan “Matematik ve Metafizik Kitap 1: Sayı ve Nesne” eseriyle nesne merkezli bir matematik felsefesinin imkanlarını ortaya koymuştur. 2023 ve 2024 yıllarında “Kant Okumaları I. Kritik” ve “Kant Okumaları II. Kritik” eserleriyle Kant’ı I. ve II. Kritik üzerinden şerh etmiştir. Ayrıca Çağdaş Felsefe üzerine yazdığı iki adet ders kitabı bulunmaktadır.
Hem yazılı hem sözlü akademik faaliyetlerde oldukça aktif olan Çitil, 30’dan makale, bildiri gibi yazılı eser yayınlamış ve sayısını net olarka bilmesek de 50’nin üzerinde konuşma yapmıştır. Son iki yılda düzenli olarak Teklif dergisinde yazıları yayınlanan Çitil, derginin son sayısında ‘Mantık Yasaları Metafizikten Bağımsız Mıdır?’ başlıklı yazı yayınlanmıştır.
Akademik kariyeri boyunca bir çok öğrenci yetiştiren Prof. Dr. Çitil’in danışmanlığında tamamlanan 7 doktora ve 23 yüksek lisans tezi bulunurken. Halen 19 doktora ve 3 yüksek lisans öğrencisiyle aktif olarak çalışmaktadır.
Sayın Çitil, bilim dünyasına katkılarından dolayı birçok prestijli ödüle layık görülmüştür. Bunlar arasında UFAD Uluslararası Felsefe Araştırmaları Derneği Felsefe Yarışması Büyük Ödülü (2016), Uluslararası Mehmet Akif Ersoy Bilim ve Sanat Ödülü (2017), Türkiye Felsefe Derneği Prof. Dr. Necati Öner Felsefeye Hizmet Ödülü (2021) ve Necip Fazıl Fikir ve Araştırma Ödülü (2023) gibi ödüller bulunmaktadır.
Communiqué for World Logic Day by Ahmet Ayhan Çitil
We are grateful that logic exists.
Grateful that it has been named.
Grateful that it has been developed as an academic discipline.
Logic has offered humanity countless insights and continues to do so.
On World Logic Day, let us remember what we owe to logic and try to enumerate, as best we can, what it has offered us so far and what we can expect from it in the future.
We know that logic emerged in Western thought as an answer to the question “Can we know what we do not know?”. Logic was thought to be the means of lifting the veil of what we implicitly know.
It paved the way to separate sophism from philosophy. The principle of non-contradiction offered a very effective and important criticism against those who thought that every thought was equally existent and defensible.
The idea that objects discussed by language must possess one of a pair of contradictory predicates expanded the horizon of scientific inquiry. With the principle of non-contradiction as its background, the sciences were developed on the basis of making judgments and inferences about objects that were thought to be fully determined.
The absolute possibility constituted by the aforementioned pairs of contradictory predicates was accepted by some as the real existence, and this tendency paved the way for classical metaphysics.
The idea that the universe is finite and closed is based on the idea that the number of fully determined objects cannot be indefinite; while the idea of the universe being boundless and open was grounded in the infinity of the absolute possibility mentioned earlier, suggesting that the universe could not be finite.
The difficulty, and even impossibility, of confirming the truth of a proposition with content drove humanity to seek refuge in formal validity and to develop its body of knowledge based on logic. Starting with what we can agree upon, logic has filled the sails of researchers as they embark on paths toward new truths.
Scientific or demonstrative knowledge has been defined as knowledge obtained through valid reasoning from premises accepted as true, one way or another.
In the modern era, the emphasis on knowledge has shifted to thinkability or expressibility. Mathematics has transformed into a vast discipline where logical principles and laws are used to examine what can be said about objects defined through postulates. It has been thought that some of the objects studied through logic-based mathematics can, under certain interpretations, explain facts and phenomena. This has led to a significant explosion and enrichment in the activity of developing scientific theories.
On the other hand, since the justification of a theory containing complex laws, definitions and principles requires the derivation of an observation proposition from the theory, logic has never lost the leading role in the verification of scientific theories.
Whenever logic was not used properly and sufficiently as a tool, injustice, power relations and ultimately corruption prevailed.
Now, let’s consider today…
As a tool, logic, especially through the work of mathematicians, is being developed within both classical and non-classical frameworks. The diversity has grown so much that the literature now includes numerous studies on debates about logical monism versus pluralism.
Logic, through the development of formal systems, stands at the heart of unprecedented technological advancements in history, made possible by computational theory.
Although Immanuel Kant and his followers’—largely justified—criticisms led to logic temporarily diverging from its canonical usage, the intellectual return of metaphysics through different channels has ushered logic into a new era. Many philosophers are devoting significant effort to observing reality through the results achieved in logic. What was once contemplated through classical logic is now being re-examined from the perspective of modern logic. To the extent that humanity realizes its limits in thought, it is seriously interested not in the question “”What kind of reality does language and its logic present to us?”.
Meanwhile, many questions resisting scientific and philosophical investigation continue to occupy our minds. How life emerged in the physical universe, the nature of consciousness and mental states, and how quantum and classical physics might be reconciled are examples of questions that await entirely new breakthroughs in human thought—and perhaps the development of entirely new logics.
What logic has offered us so far is perhaps only a fraction of what is possible.
The logic of language was fortunately realized or fortunately invented…
Logic has fortunately been developed through the efforts of many thinkers…
What would humanity be like if it did not exist and did not evolve into what it is today?
Happy World Logic Day!
Prof. Dr. Ahmet Ayhan Çitil
14 January 2025
Biography of Prof. Dr. Ahmet Ayhan Çitil
Ahmet Ayhan Çitil began his academic career by pursuing a double major in Industrial Engineering and Economics at Boğaziçi University. He later completed both his master’s and doctoral studies in philosophy at the same university under the supervision of Prof. Dr. Yalçın Koç. He earned his Master of Philosophy degree with a thesis titled An Introduction to the Ontological Foundations of Gödel’s Incompleteness Theorems and was awarded his Doctor of Philosophy degree in 2000 with a dissertation titled The Theory of Object in Kant’s Transcendental Thought and Some Consequences of a Deepening of This Theory. In 2008, he conducted research as a visiting scholar at the CUNY Graduate Center.
Çitil has taught at İstanbul Technical University (İTÜ), Kocaeli University, and Koç University, and since 2010, he has been a faculty member in the Philosophy Department at İstanbul 29 Mayıs University. His primary research interests include logic, metaphysics, the philosophy of mathematics, and ethics.
In 2012, Professor Çitil published Matematik ve Metafizik Kitap 1: Sayı ve Nesne, which explored the possibilities of an object-centered philosophy of mathematics. In 2023 and 2024, he authored Kant Okumaları: 1. Kritik and Kant Okumaları: 2. Kritik, providing detailed commentaries on Kant’s first and second critiques. Additionally, he has written two textbooks on contemporary philosophy.
Highly active in both written and oral academic engagements, Professor Çitil has published over 30 written works, including articles and conference proceedings, and has delivered more than 50 academic talks. Over the past two years, he has been contributing regularly to Teklif journal, where his recent article, Mantık Yasaları Metafizikten Bağımsız Mıdır?, was featured in the latest issue.
Throughout his academic career, Professor Çitil has mentored numerous students, supervising 7 completed doctoral theses and 23 master’s theses. Currently, he is actively supervising 19 doctoral and 3 master’s students.
Ayhan Çitil has received numerous prestigious awards in recognition of his contributions to the academic world. These include the UFAD Uluslararası Felsefe Araştırmaları Derneği Felsefe Yarışması Büyük Ödülü (2016), the Uluslararası Mehmet Akif Ersoy Bilim ve Sanat Ödülü (2017), the Türkiye Felsefe Derneği Prof. Dr. Necati Öner Felsefeye Hizmet Ödülü (2021), and the Necip Fazıl Fikir ve Araştırma Ödülü (2023).
Dünya Mantık Günü (2025)
Dünya Mantık Günü’nün yedincisi, 14 Ocak 2025 tarihinde, saat 16:30‘da, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Kurul Odası’nda, Prof. Dr. Ahmet Ayhan Çitil‘in Dünya Mantık Günü Bildirisi ile kutlayacağız. Prof. Dr. Ahmet Ayhan Çitil’in bildirisi üzerinden, mantığın günümüz koşullarındaki yerini ve imkânını ele alacağımız bir panelimiz olacak. Bütün mantıkseverleri bekleriz.
Program
Dünya Mantık Günü Bildirisi: Prof. Dr. Ayhan Çitil
Panel:
Dr. Ebubekir Muhammed Deniz
Prof. Dr. Hasan Bülent Gözkân
Prof. Dr. Özgüç Güven
Prof. Dr. İsmail Latif Hacınebioğlu
Prof. Dr. Mahbube Nazlı İnönü
Dr. Vedat Kamer (Moderatör)
Prof. Dr. Yücel Yüksel
(Soyadına göre alfabetik sıralı)
Mahbube Nazlı İnönü’nün Kaleminden Dünya Mantık Günü Bildirisi
İlkçağdan Günümüze Mantığın Serüveni
Her şey MÖ 4. yüzyılda Aristoteles’in tasımı bulmasıyla başladı. Daha sonra Stoalılar hipotetik tasımları ekleyerek mantık biliminin alanını genişlettiler. Aristoteles mantıktan bahsederken “analitika” ve “dialektika” sözcüklerini kullandı. Mantık için bugün kullandığımız “logike” kelimesini ilk kullanan ise MS 2.-3. yüzyıllar arasında yaşayan Afrodisyaslı Aleksandros oldu. Aristoteles’in tasımı, prensipte kişinin başlangıç öncüllerini dikkate alarak mekanik olarak sonuç önermelerini üretmesine izin verdi.
Ortaçağa gelindiğinde 5. ve 10. yüzyıllar arasındaki dönem “karanlık çağ” adıyla anıldı. Bu dönemde mantık eskilerde kalmış, önemsiz bir öğretiydi. 9. ve 11. yüzyıllar arasında yorum geleneği hüküm sürdü ve birçok mantık kitabına yorumlar yazıldı. Erken Ortaçağ manastır okullarındaki eğitim müfredatında mantığın önemli bir yeri vardı. 12. yüzyılda ilk kez kurulan üniversitelerde mantık temel bilimler müfredatındaki yedi temel bilimden biri oldu. O dönem İspanyol filozof Ramon Lull (yak. 1232-1315) akıl yürütmenin aslında mekanik bir yapı tarafından gerçekleştirilebileceğini düşündü.
Yeniçağda Thomas Hobbes (1588-1679) akıl yürütmenin sayısal hesaplamaya benzediğini, aslında düşünürken toplama ve çıkarma yaptığımızı öne sürdü. Hesaplamanın otomasyonu çoktan başlamıştı. 1500 yılı civarında Leonardo da Vinci mekanik bir hesap makinesi tasarladı ancak üretmedi. Bilinen ilk hesap makinesi 1623 civarında Alman bilim insanı Wilhelm Schickard tarafından yapıldığı halde 1642’de Blaise Pascal tarafından inşa edilen hesap makinesi daha fazla ün kazandı. Pascal aritmetik makinesinin, düşünceye hayvanların tüm hareketlerinden daha yakın görünen etkiler ürettiğini söyledi. Gottfried Wilhelm Leibniz (1646-1716), sayılar yerine kavramlar üzerinde işlem yapmayı amaçlayan mekanik bir cihaz inşa etti ancak bu cihazın yaptığı işlemler oldukça sınırlıydı.
Mantıktaki büyük sıçrama Yakınçağda meydana geldi. Biçimsel mantık fikrinin kökeni Aristoteles’e kadar uzandığı halde, matematiksel gelişimi aslında 1847’de önermeler mantığının ayrıntıları üzerinde düşünen George Boole’un çalışmasıyla başladı. 1879’da Gottlob Frege, Boole mantığını nesneleri ve bağıntıları içerecek şekilde genişleterek bugün en temel bilgi temsil sistemi olarak kullanılan birinci basamak mantığı yarattı. Alfred Tarski 1930’larda mantık nesnelerinin gerçek dünyadaki nesnelerle nasıl ilişkilendirileceğini gösteren bir gönderim kuramını tanıttı. Bir sonraki adım mantık ve hesaplamayla yapılabileceklerin sınırlarını belirlemekti.
Boole ve diğer bilim insanları tümdengelim çıkarımı için algoritmalar hakkında tartıştılar. 19. yüzyılın sonlarında matematiksel akıl yürütmeyi mantıksal tümdengelim çıkarımı olarak biçimlendirme çabaları devam etti. 1900 yılında David Hilbert, 20. yüzyılda matematikçilerin çözmesini beklediği 23 problemin bir listesini sundu. Son problem, doğal sayıları içeren herhangi bir mantıksal önermenin doğruluğuna karar verecek bir algoritmanın olup olmadığı sorusuydu. Aslında Hilbert, etkili ispat yöntemlerinin gücünün temel sınırlarının olup olmadığını soruyordu. 1930’da Kurt Gödel, Frege ve Russell’ın birinci basamak mantığında herhangi bir doğru önermeyi ispatlamak için etkili bir yöntemin mevcut olduğunu ancak birinci basamak mantığın doğal sayıları karakterize etmek için gereken matematiksel tümevarım ilkesini yakalayamadığını gösterdi. 1931’de gerçek sınırların var olduğunu gösterdi. Gödel’in eksiklik kuramı, doğal sayıların özelliklerini tanımlayacak kadar anlamlı olan herhangi bir dilde, doğruluklarının herhangi bir algoritma tarafından belirlenemeyeceği anlamında karar verilemez olan doğru önermelerin bulunduğunu gözler önüne serdi.
Gödel’in eksiklik kuramı, tamsayılar üzerinde bir algoritma tarafından temsil edilemeyen, yani hesaplanamayan bazı fonksiyonların bulunduğunu gösterdi. Bu sonuç Alan Turing’i tam olarak hangi fonksiyonların hesaplanabileceğini belirlemeye yöneltti. Böylece, yapay zekânın tam vizyonunu ilk kez 1950 tarihli “Computing Machinery and Intelligence” başlıklı makalesinde dile getiren kişi Alan Turing oldu. Bu makalede Turing, Turing testini, makine öğrenimini, genetik algoritmaları ve takviyeli öğrenmeyi tanıttı.
Turing’in vizyonunu ortaya koymasından sonra yapay zekâda zamanla büyük gelişmeler kaydedildi. Günümüzde yapay zekâ, otonom planlama ve zamanlama, oyun oynama, otonom kontrol, tıbbi tanı koyma, lojistik planlama, robotik, dil anlama ve problem çözme işleri gibi birçok işi yapabilmektedir. Yapay zekâdaki bu gelişmeler son yıllarda “türetken yapay zekâ” olarak anılan bir yapay zekâ türüne yol açtı. Türetken yapay zekâ, girdiye bağlı olarak çok çeşitli yeni çıktılar üretebiliyor. Örneğin düzyazı, şiir, resim, müzik, sahte video görüntüsü, protein yapısı, kod üretebiliyor.
Her şey MÖ 4. yüzyılda Aristoteles’in tasımı bulmasıyla başladı.
Prof. Dr. Mahbube Nazlı İnönü
15 Ocak 2024
Prof. Dr. Mahbube Nazlı İnönü’ün Özgeçmişi
İlk öğrenimini Şişli Terakki İlkokulu’nda, orta öğrenimini Robert Kolej’de tamamladı. 1986’da Boğaziçi Üniversitesi Matematik Bölümü’nden, 1991’de de aynı üniversitenin Felsefe Bölümü’nden lisans derecelerini aldı. 1994 yılında Boğaziçi Üniversitesi’nden A Philosophical Consideration of the Chinese Room Argument adlı tezle felsefe yüksek lisans derecesini aldı. 1998-2001 yılları arasında Atatürk Çağdaş Yaşam Çok Programlı Meslek Lisesi’nde İngilizce, matematik ve fen öğretmenliğinin yanı sıra müdür yardımcısı olarak çalıştı. 2001’de İstanbul Üniversitesi, Felsefe Bölümü, Mantık Anabilim Dalı’nda araştırma görevlisi olarak göreve başladı. 2006’da yazdığı Yeni Bir Çıkarım Türü: Geriçıkarım adlı tezle İstanbul Üniversitesi’nden felsefe doktora derecesini aldı. 2009’da yardımcı doçent, 2012’de doçent, 2022’de profesör oldu. Mantık, mantık tarihi ve bilim felsefesi konularında birçok makalenin yanı sıra Mantık Tarihi-İlkçağ ve Mantık Tarihi-Ortaçağ adlı iki kitabı bulunan Nazlı İnönü halen İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü, Mantık Anabilim Dalı’nda öğretim görevlisi olarak çalışmaktadır.
Dünya Mantık Günü (2024)
Dünya Mantık Günü’nün altıncısını, 16 Ocak 2024 tarihinde, saat 14:00‘da, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Kurul Odası’nda, Prof. Dr. Mahbube Nazlı İnönü‘nün Dünya Mantık Günü Bildirisi ile kutlayacağız. Prof. Dr. Mahbube Nazlı İnönü’nün bildirisi üzerinden, mantığın günümüz koşullarındaki yerini ve imkânını ele alacağımız bir panelimiz olacak. Bütün mantık severleri bekleriz.
Mahbube Nazlı İnönü’nün Kaleminden Dünya Mantık Günü Bildirisi: https://bit.ly/dunya-mantik-gunu-bildirisi-2024
Program
Dünya Mantık Günü Bildirisi: Prof. Dr. Mahbube Nazlı İnönü
Panel:
Prof. Dr. A. Kadir Çüçen
Prof. Dr. Hasan Bülent Gözkân
Prof. Dr. Sevinç Gülseçen
Prof. Dr. Özgüç Güven
Prof. Dr. İsmail Latif Hacınebioğlu
Dr. Vedat Kamer (Moderatör)
Prof. Dr. Aytekin Özel
Prof. Dr. Yücel Yüksel
(Soyadına göre alfabetik sıralı)
İbrahim Emiroğlu’nun Kaleminden Dünya Mantık Günü Bildirisi
Mantık ve Eğitimi Neleri Kuşatmalıdır
“Dünya Mantık Günü” dolayısıyla Mantık Bilimi ve “Klasik Mantık Öğretimiyle ilgili bazı hususları dile getirmeye çalışacağım.
Mantıksal problemlerin tartışılmasında kullanılan klasik mantığa ve çağdaş mantığa ait kavramlar, ait oldukları mantığa göre dikkatle kullanılmalıdır. Günümüzde farklı mantık tanımları ve yaklaşımları mantığın en temeli olan yani insanın olgular, fenomenler ve şeylerde aradığı doğruyu bilme ve tutarlılığı sürdürme hedefini değiştirmemektedir. Mantığın tanımını öznel sınırlara özgü kılmak Sofistlere ait bir tutumdur.
Eleştirel düşünce (analitik-kritik), doğru ilkelerin uygulanmasının denetçisidir. Mantık biliminin gelişiminde çağdaş (Frege’den bu yana olanları çağdaş olarak nitelendiriyoruz) analitik geleneğin (ya da çağdaş büyük matematikçilerin) büyük katkısı olmuştur. Bu gelenek bize, geleneksel mantık biliminin konularını ve problemlerini başka perspektiflerden okuma imkânı sağladı.
Geleneksel anlamda bir bilim olmanın gerekli ve yeterli koşulları (ya da önemli koşullarından bir kısmı), bilimin tarifi, konusu, amaçları ve problemleri idi. Modern mantık bize, tüm bunların yeniden düşünülmesi gerektiğini fark ettirdi.
Çelişki diyalektikçilerin haklı olarak üzerinde çok durdukları bir kavramdır. Ancak her şeyi çelişki ile açıklamak, onu değişmez bir açıklama biçimi olarak görmek ve bunu da mantık olarak sunmak doğru değildir. Çelişkilerin, eleştirme etkinliği kadar önemli olduğunu söyleyebiliriz. Ne var ki, çelişiğini gerektiren bir önermenin yanlış olduğunu iddia etmek, “birinci öğretmenimiz” Aristoteles’ten, İslam Dünyasında Farabi’den beri bir bilim olarak kabul edilen mantık disiplininin içinde duranların yani burhanı hedefleyenlerin akademik ilkesi olmuştur.
Mantığın farklı bilgi alanlarıyla ilişkisi incelenirken onu tek bir bilgi ve uygulama alanına indirgemek eksik sonuçlara götürür. Örneğin mantığı, her ne kadar önemli olsa da, yalnızca ontoloji ve epistemolojiye veya yalnızca matematiksel ve linguistik ilişkilere indirgemek, teorik ve pratik çözümlemelerin bütüncül açıklamalara kavuşmasına engel olacaktır.
Kesin ve zorunlu bilgi her zamanki kadar önemini hissettirmekte ve aranmaya veya ihtiyaç duyulmaya devam etmektedir. Bazı yaklaşımlarda kesin bilgiye ulaşılmanın imkânsızlığı dillendirilse de bu sadece kuşkunun itici kuvveti olarak değerlendirilebilir. Kuşku ve kesin bilgi arasındaki mesafe duygu ve güdüler tarafından değil mantık tarafından belirginleştirilmelidir.
Modern dönemde sofizmin gitgide yaygınlık göstermesi ve değer yitiminin yaşanmasında mantıksal düşünmeden uzaklaşılmasının rolü bulunmaktadır. Yanlış kurulmuş öncüllerden doğru sonuç çıkamayacağı gibi sağlam ispatlar da yapılamayacaktır. Sofistik düşüncenin tv programlarındaki tartışmalarda; siyasi, ekonomik, dini vb. pek çok alanda yaygınlaşmasında bu zafiyetin rolü bulunmaktadır. Amaca hizmet eden yanlış öncüllerden doğru sonuçlar elde edilebileceği düşünülmektedir. Oysaki doğru sonuç, iddianın doğru öncüllere, geçerli bir mantıksal işleme dayalı olarak sağlam kurulmasına bağlıdır.
Mantıksal düşünme sadece bilimlerin uymak zorunda olduğu bir gereklilik değildir. İnsanın etkinlik gösterdiği her türlü çevrede mantıksal düşünmeye ihtiyaç hissedilmektedir. Özellikle yöneticilerden başlamak üzere toplumun her kesiminde rasyonalitenin zayıflaması, sadece doğru bilgiye ulaşma kaygısının ortadan kalkması değil, kendi menfaatine, ideolojisine, inançlarına uygun her fikri olumlayan bir yaklaşımın yerleşmesi sonucunu doğurmuştur. Oysa mantıksal düşünmede şu dört husustan vazgeçilmemesi gerekmektedir: Doğruluk, tutarlılık, sağlamlık ve eksiksizlik (yani mantıksal düşünme sisteminde doğruluğu ispatlanamayacak bir önermenin bulunmaması).
Konu, kavram, kişi, tanım ve tasnifler üzerinden yapılması gereken çalışmalar ve tercih edilmesi önerilen önceliklerin Mantık kürsülerinde tartışılıp Türkiye Mantıkçıları olarak Dünya Mantık hamulesine büyük katkı yapacağı inancımla (bildirime EK olarak) bu vadide yol alan meslektaşlarıma Mantık Öğretiminde Gözetilecek Bazı Noktalara işaret etmek istiyorum:
Ülkemizde mantık eğitimi, hem geleneksel mantıkçıların görüşlerini gözeten hem de modern mantık sistemlerini kuşatan bir yaklaşıma sahip olması gerekmektedir. İkisinin birlikte ele alınmasıyla mantık biliminin, özgün yorumların üretileceği bir alana dönüşeceğini öngörüyorum.
Mantık biliminin kendisi İslam mantıkçılarının tabiriyle, “san’at” olduğuna göre, onu öğretmek de bir san’attır. Zira her san’atı icra etmek ve öğretmek bir birikim, yöntem ve incelik istemektedir. Her alanın bazı incelikleri ve öncelikleri vardır. Mantık öğretiminde öğrencinin motivasyonunu artırmak, istekle bilinçli yol almasını ve kalıcı bilgiler edinmesini sağlamak, bunun yanısıra Mantık biliminin diğer alanlarla ilişkisini kurması için öncelikle bu dersin önemi, kullanım alanı ve yararı konusuna eğilmek isabetli olacaktır. Zira mantık dersini yürüten akademisyenlerin, önce öğrencileri mantık konularının kuru, kural yığını, fazla işe yaramayan zevksiz bir alan oluşturduğu önyargısından kurtarması gerekmektedir. Bunun için mantık tarihinden ilgi çekici tartışmalar ve çeşitli anekdotlar sunulabilir.
Dersin öğretiminde bazı öncelikler gözetilmelidir. İlk olarak, pekçok kimsenin farkında olmadığı yahut yanlış anladığı
- mantıkta biçim-içerik, geçerlilik-doğruluk ilişkisi açığa çıkartılmalıdır.
- Tasavvurların maksadı olan tanım ve şartları,
- önermelerde dağıtılmışlık,
- çelişik önermeler
- kıyasta orta terim,
- beş sanatı birbirinden ayırma becerisi
- kısaltılmış (enthymeme) kıyaslar ve bunun günlük hayatta, bilimde, retorikte hatta (ilahiyatlılar için) Kur’ân-ı Kerim’de ne sıklıkta kullanıldığı ve
- çeşitli alanlarda sıkça kullanılan mantık yanlışlarını farketme yolları
önem ve öncelikle dikkat çekilecek hususlar olarak görülmektedir. Bu hususlara dikkat etmenin öğretim kolaylığı sağlaması, pratik değeri olması ve öğrencinin kritik yapması, mukayeselerde bulunması; yanlışları farkedip bilimsel, felsefi, pratik hayatta ve sosyal medyada bu yanlışları işlememesi yahut onların tuzağına düşmemesi gibi faydalar sağlayacağını ummaktayım.
Mantık konularını aktif öğretim tekniklerinden yararlanarak, örneklerle somutlaştırarak ve pratik yaptırarak öğretme hem faydalı hem de, yukarıda da değinildiği gibi, dersi sıkıcı ve kuru olmaktan kurtarıp zevkli hale getirecektir. Dikkat edilecek bir önemli husus da konuları aktüelleştirme ve din, ahlak, siyaset, tarih, retorik, iletişim, medya gibi alanlarla irtibatlandırma olacaktır. Uygulamalı Mantık (Applied Logic) olarak yapacağımız bu etkinliğin mantık biliminin ciddiyet ve ağırlığına halel getireceği kaygısını taşımamalıyız.
Mantık öğretiminde belirlediğimiz hedeflere ulaşınca, bizim bu çabamızın, bu alana ilgi duyanların sağlam düşünmelerine, tutarlı olmalarına, doğruyu ve gerçeği etkin bir şekilde dile getirmelerine haliyle başarıyı yakalamalarına, başarılarının da Farabi’nin et-Tenbih (Mutluluk Yoluna İletme’de) de belirttiği gibi mutlu olmalarına yol açacağına inanıyorum.
Mantık öğretiminde gelişmiş yöntemleri deneyerek Meslektaşlarımın mantık derslerini daha verimli hale getireceklerini umuyor, Dünya Mantık Günü vesilesiyle mantık öğretimi üzerinde yeniden düşünmeyi ve yol gösterici fikirlerin ortaya çıkmasını diliyorum.
Prof. Dr. İbrahim Emiroğlu
14 Ocak 2023
Prof. Dr. İbrahim Emiroğlu’nun Özgeçmişi
Erzincan’da dünyaya gelen İbrahim Emiroğlu, ilk ve orta öğrenimini Erzincan’da tamamladı. 1979 yılında Erzurum Yüksek İslâm Enstitüsü’nden mezun olup iki sene sonra aynı kuruma Felsefe asistanı olarak girdi. 1983 tarihinde Atatürk Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’den öğretim görevlisi olarak Dokuz Eylül Üniversitesi İlâhiyat Fakültesine naklen atandı. 1991’de “Mantık Yanlışları Üzerine Bir Araştırma” başlıklı doktora teziyle Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mantık doktora derecesini aldı. 1996’da Doçent, 2002 yılında Profesör oldu.
Mantık, mantık yanlışları, retorik, diyalektik, sofizm, sufizm, Mevlana vb. konularla ilgili uluslararası ve ulusal çok sayıda kitap, sözlük, makale, sempozyum bildirisi, ansiklopedi maddeleri, gazete ve dergi yazıları bulunmaktadır. Ayrıca edebiyat, şiir ve sanatla ilgilenmektedir. Halen DEÜ İlahiyat Fakültesinde mantık dersleri vermekte ve Mantık Anabilim Dalı Başkanı olarak görevini sürdürmektedir.
Dünya Mantık Günü (2023)
Dünya Mantık Günü’nün beşincisini, 14 Ocak 2023 tarihinde, saat 20:00‘da, video konferans üzerinden, Prof. Dr. İbrahim Emiroğlu‘nun Dünya Mantık Günü Bildirisi ile kutlayacağız. Prof. Dr. İbrahim Emiroğlu’nun bildirisi üzerinden, mantığın günümüz koşullarındaki yerini ve imkânını ele alacağımız bir panelimiz olacak. Bütün mantık severleri bekleriz.
İbrahim Emiroğlu’nun Kaleminden Dünya Mantık Günü Bildirisi: https://bit.ly/3Zrrvpi
Program
Dünya Mantık Günü Bildirisi: Prof. Dr. İbrahim Emiroğlu
Panel:
Prof. Dr. Ahmet Ayhan Çitil
Prof. Dr. A. Kadir Çüçen
Prof. Dr. Ali Durusoy
Doç. Dr. Özgüç Güven
Prof. Dr. İsmail Latif Hacınebioğlu
Prof. Dr. Ahmet Kayacık
Prof. Dr. İsmail Köz
Prof. Dr. Aytekin Özel
Prof. Dr. Ferruh Özpilavcı
Prof. Dr. Zekai Şen
Prof. Dr. Celal Türer
Prof. Dr. Şafak Ural
Prof. Dr. Cafer Sadık Yaran
Prof. Dr. Yücel Yüksel (Moderatör)
(Soyadına göre alfabetik sıralı
Hasan Bülent Gözkân’ın Kaleminden Dünya Mantık Günü Bildirisi
Mantık ve Bilinç
Felsefi bir araştırmanın en ayırt edici özelliklerinden birinin zorunluluğu veya zorunlu bağıntıları ortaya çıkarmak olduğu söylenebilir. Felsefi araştırmalar, tüm araştırmaları için mantık, eleştiri ve gerekçelendirme zemininden hiç ayrılmadan bu zorunluluğun koşullarını da konu alır. Zorunluluğun “ele geçirildiği” alanlar ise mantık ve matematiktir. Mantık ve matematiğin araştırma alanında ulaştığı sonuçlar olanaklı veya muhtemel değil, zorunlu ve kesindir. Bu zorunluluğun üzerine dayandığı koşul zamana tâbi olarak değişmemedir, yani zamana tâbi olmamaktır. Mantık ve matematiğin zorunluluk zemini zamansallık veya tarihsellik üzerinde yükselmez. Mantığın da, matematiğin de, erken tarihin bir evresinde yeterli karmaşıklığa ulaşmış sinir ağları sayesinde Homo Sapiens’te dil yetisinin ortaya çıkması ve dilin kullanılmaya başlanmasıyla insanın tarihine girdiğini söylemek gerekli olsa da, bu, mantık ve matematiğin tarihsel bilimler olduğu anlamına gelmez; gelişimlerini zaman içinde gösterdikleri gerçeği, onları zamansal, dolayısıyla deneyimsel kılmaz. Sinir ağlarının yeterli karmaşıklığa ulaşmış olmasının koşulu ve sonucu, biyolojik canlılar olarak “akıl sahibi varlığın” kendinin bilinci veya özbilinç aşamasına, dolayısıyla özbilincin özdeşliği aşamasına “sıçrama”sı, başka bir ifadeyle, deneyimsel ve zamansal koşullardan bağımsız olma anlamında “koşulsuz” olana “sıçrama”sı ve düşünme faaliyetini bu zeminde yürütebilmesidir.
Düşünmenin sağlam ilerlemesinin ve bu yolla üzerinde düşündüğü hakkında ‘doğruluğa’ ulaşabilmesinin biçimsel (formel) koşulu, düşünmenin bu ilerleme hareketinde çelişkiyle karşılaşmaması, tutarsızlığa düşmemesidir. Ama bunu da sağlayan, yani çelişkinin saptanabilmesini sağlayan bir koşul daha vardır; o da, düşünmeye konu olanın da, onun göstergesinin de (içerikli veya simgesel) özdeşliğe sahip olması, yani onun kendisiyle aynı olarak düşünülmesidir.
Wittgenstein, Defterler’de meseleyi kendi üslubuyla şöyle ifade ediyor: “Belirsizlik açıkça şu soruda yatıyor: Gösteren (Zeichen) ve gösterilenin (Bezeichnetem) mantıksal özdeşliği sahiden neye dayanır? Ve bu soru (bir kez daha) tüm felsefi sorunların asli yanıdır” “Gösterge (gösteren) ile gösterilen arasındaki mantıksal özdeşlik, gösteren ile gösterdiğinin birbirlerinden daha az ya da daha çok teşhis edilmesine izin verilmemesine dayanır. Eğer gösteren ile gösterilen toplam mantıksal içerikleri itibariyle özdeş olmasalardı, mantıktan daha temel başka bir şeyin olması gerekirdi.” [italikler özgün metindeki gibidir] L. Wittgenstein. NoteBooks 1914-1916. Çev. G.E.M. Anscombe. Harper Torchbooks, N.Y. 1961, s. 3, 4.
Bu düşüncelere, yukarıda özbilincin özdeşliği hakkında söylenenleri bir zemin koşul olarak ekliyorum: özdeşlik verenin kendi özdeşliğinin kendiliğinden bilincinde olması ve bunun her bilinç fiilini zeminsel olarak öncelemesi.
Değerli hocam Prof. Dr. Teo Grünberg, 2020 yılı Dünya Mantık günü bildirisinde, farklı mantık sistemleri ve bunların uygulanabilirlikleri veya uygulanma alanlarından bağımsız olarak, tüm bu farklı mantık sistemlerini mümkün kılan, ama kendisi bu mantık sistemlerinden biri olmayan “proto-mantık” zemininin olanağından söz ediyordu (Kripke ve Robert Hanna’ya atıfla).
Teo Grünberg’in atıfta bulunduğu Robert Hanna, Rationality and Logic kitabında, tüm klasik mantığı ve özdeşliği içeren birinci basamak yüklemler mantığını olduğu kadar ve klasik-olmayan mantık sistemlerini de tutarlı-ötesi mantık (paraconsistent logic), genişlemiş mantık (extended logic), vb. içeren ve bu mantık sistemlerinin onun aracılığıyla kurulduğu bir “proto-mantık”tan söz etmektedir. Yukarıda özbilinç ve zaman bağıntısı hakkında söylenenlerle “proto-mantık” anlayışı arasında güçlü bir bağlantı olduğunu düşünüyor ve bu konuda yeni çalışmaların yapılması gerektiği konusunda hocama katılıyorum.
Son olarak mantığın insanlık için, ahlâklılık için taşıdığı önem ve değer hakkında şunları eklemek istiyorum:
Mantık üzerine çalışanlar ve mantık dersi verenler felsefeye ve düşünmeye farklı bir şekilde de katkıda bulunmuşlardır. Akıl yürütmenin soyut yapısı içinde yol alanlar herhangi bir mantık teoremini ispat ederken veya argümanların geçerlilik sınamasını yaparken bir çeşit “hak” meselesiyle karşılaşırlar. Başka bir deyişle bir çıkarım zincirinde ilerlerken, ilerlemenin adımları atılırken “hakkım olmayan bir adım atmamalıyım” gerilimini sürekli içlerinde taşırlar. İspatlarını gerekçelendirilmemiş, kural ve yasalara uygun olmayan hiçbir adım atmadan tamamlamakla yükümlü olduklarının bilincindedirler.
Çünkü düşünmenin yasaları ve kuralları altına getirilerek gerekçelendirilmiş adımlar dışında atılacak herhangi bir adım haklı olamaz. Yani bir yasa, aksiyom ya da kural ilavesi için de gerekçelendirme ve hak sorusu aynen geçerlidir. Böylelikle mantıkla uğraşanlar tüm psikolojik, duygusal halleri dışarda bırakacak şekilde “hak” meselesinin, “haklı olma” meselesinin en saf hâlini tecrübe etmiş olurlar. Benzer şeyler, matematik için de ve deneyimsel katışıklık olma skalasına göre, doğa bilimi ve tin bilimleri ya da sosyal bilimler için de belli ölçülerde benzer şekilde geçerlidir; örneğin hukukun keyfi siyasi baskılardan kendini soyutlayabilmesi için bu tecrübe gereklidir. Ancak bunun en saf hâlinin tecrübe edildiği alan mantıktır.
Mantıkla uğraşanlar ve mantık dersi verenler bu temel fikri ve düşünme hâlini öğrencilerine aktarabildikleri ölçüde onlara çok önemli bir katkı yapmış olurlar. Belki felsefe öğrencilerinin mantıktan alabilecekleri en yüksek ahlâki değer, zorunluluğa bağlı hak fikrinin en saf ve katışıksız halde tecrübe edilebilme olanağıdır.
Prof. Dr. Hasan Bülent Gözkân
14 Ocak 2022
Prof. Dr. Hasan Bülent Gözkân’ın Özgeçmişi
1957 yılında İstanbul’da doğdu. Orta öğrenimini Saint Joseph Lisesinde, lisans eğitimini ODTÜ İnşaat Mühendisliği Bölümünde tamamladı. 1992’de ODTÜ Felsefe Bölümünden “Geometride Uzlaşımsalcılık: Geometrik Dizgelerin Bilim Felsefesine Etkisine Bir Örnek” başlıklı teziyle yüksek lisans, 2000’de Boğaziçi Üniversitesi Felsefe Bölümünden “Kant’ın Transandantal Düşüncesinde ‘Ben’in ve ‘Aklın’ Tesis Ediliş Sorunu” başlıklı teziyle doktora derecesi aldı. Yeditepe, MSGSÜ, İTÜ, Galatasaray ve Boğaziçi Üniversitelerinde felsefe dersleri verdi. A.B.D. Clark Üniversitesi Felsefe Bölümünde misafir araştırmacı olarak bulundu. Kant, Frege, Wittgenstein, Heidegger ve mantık üzerinde çalışmış ve çalışmaktadır. Halen Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Felsefe Bölümü başkanıdır.
Communiqué for World Logic Day by Hasan Bülent Gözkân
Logic and Consciousness
It can be said that one of the most distinguishing features of philosophical research is to reveal necessity or necessary relations. Philosophical studies also deal with the conditions of necessity without abandoning the ground of logic, criticism, and justification for all their investigations. The areas where necessity is “seized” are logic and mathematics. The outcomes reached in the field of logic and mathematics are not possible or probable; they are necessary and certain. The condition on which this necessity is based does not change over time; it is not subject to time. The necessity in logic and mathematics are not grounded on temporality or historicity. Although it is necessary to mention that both logic and mathematics emerged in human history with the emergence of language ability and its use in Homo Sapiens as a consequence of neural networks reaching sufficient complexity at a very early stage in history, this does not mean that logic and mathematics are historical sciences. The fact that they have been developed over time does not make them temporal, hence experiential. The condition and consequence of the neural networks reaching sufficient complexity are that an “intelligent being” as a biological creature “rises” to the stage of consciousness of the its self or self-consciousness, and accordingly, to the stage of the identity of self-consciousness, in other words, the ability to “rise” to the “unconditional” in the sense of being independent of experiential and temporal conditions and to carry out the thinking activity on this ground.
The formal condition that assures soundness of reasoning and to reach ‘truth’ about the object of thought is that the reasoning process does not encounter with contradictions or inconsistencies. Yet there is another conditions that assures detection of contradictions and inconsistencies; that is both the identity of the object of thinking and the identity of its sign (contextual or symbolic) are to be preserved during the reasoning process in general.
Wittgenstein expresses the issue in his own style in Notebooks as follows: “The obscurity obviously resides in the question: what does the logical identity of sign [Zeichen] and thing signified [Bezeichnetem] really consist in? And this question is (once more) a main aspect of the whole philosophical problem.” “The logical identity between sign and thing signified consists in its not being permissible to recognize more or less in the sign than in what it signifies. If sign and thing signified were not identical in respect of their total logical content then there would have to be something still more fundamental than logic.” [italics in the original] L. Wittgenstein. Notebooks 1914-1916. Trans. G.E.M. Anscombe. Harper Torchbooks, N.Y. 1961, pp. 3, 4.
I add the previously mentioned identity of self-consciousness as a ground condition to these thoughts: the identifier’s being spontaneously conscious of self-identity and its priority as a ground over each act of consciousness.
Dearest professor Teo Grünberg, in his 2020 World Logic Day declaration, spoke of the possibility of the grounds of “proto-logic” which makes all different logic systems possible – regardless of the logical systems and their applicability or application areas—but without being one of those logical systems (referring to Kripke and Robert Hanna).
Robert Hanna, in his book Rationality and Logic, to which Teo Grünberg refers, speaks of a “proto-logic,” through which all classical logic and first-order predicate logic with identity, as well as non-classical logic systems such as paraconsistent logic, extended logic, and alike, are established. I think there is a strong connection between what was said above about self-consciousness and its the relation to time and the understanding of “proto-logic”, and I sincerely agree with Prof. Grünberg that new studies should be done on this subject.
Finally, I would like to add the following about the importance and value of logic for humanity and morality: Those who study logic and/or those who teach logic have also contributed to philosophy and thinking differently. Those who make their way through the abstract reasoning structure encounter the issue of “rightness” when proving any logical theorem or testing the validity of arguments. In other words, they always have the tension of the thought “I shouldn’t take a step that I don’t have the right to” while moving forward in a chain of inference. They are aware that they are obliged to complete their proofs without taking unjustified or illegal steps.
Since, a step cannot be right, unless the laws and rules of thinking justify it. That is, the question of justification and being right is also required for any law, an axiom, or an additional rule. Thus, those who deal with logic experience the purest state of the “right” or “being right,” disregarding the psychological and emotional states. The same is true for mathematics and, to a certain extent, for the natural and social sciences, according to a scale of experiential content. For instance, this experience is required in the practice of the science of law to be isolated from arbitrary political pressures. Nevertheless, it is logic where its purest form is experienced.
Those who study and teach logic will significantly contribute to their students to the extent that they convey this vital idea and the mindset to their students. Perhaps the highest moral value that philosophy students can derive from logic is grasping and experiencing the concept of right based on necessity in its purest form.
Prof. Dr. Hasan Bülent Gözkân
14 January 2022
Biography of Prof. Dr. Hasan Bülent Gözkân
Hasan Bülent Gözkân was born in 1957 in İstanbul. He completed his secondary education at Saint Joseph High School and his undergraduate education in Civil Engineering at METU. He received his master’s degree in Philosophy from METU, with the thesis titled “Conventionalism in Geometry: An Instance of the Impact of Geometrical Systems on the Philosophy of Science” in 1992, and his doctorate in Philosophy from Boğaziçi University, with the dissertation titled “The Problem of the Constitution of Self and Reason in Kant’s Transcendental Thought” in 2000. He taught philosophy at Yeditepe, Mimar Sinan Fine Arts, İstanbul Technical, Galatasaray, and Boğaziçi universities. He was a visiting researcher in the Department of Philosophy at Clark University, the USA. He worked and has been working on Kant, Frege, Wittgenstein, Heidegger, and logic. He is currently the head of the Department of Philosophy at Mimar Sinan Fine Arts University.